Web Tasarım, Yazılım: Kıvanç Pehlivan

KAHRAMANIM HEYECAN VERİYOR

Kültür-Sanat 2018-08-11

Uzun zamandır kitap editörlüğü yapan ve sihirli dokunuşlarıyla birçok kitaba renk katan Çiğdem TAN, ilk romanı Kahramanım ile okurlara sürpriz yaptı.

 
 

 

Haziran ayında Cinius Yayınevi'nen yayımlanan Kahramanım, sade dili ve özgün anlatımıyla olduğu kadar, her biri birbirinden farklı insanların çarpıcı yaşamlarını bir öykü içinde toplayabilme ve ana dili dört yaş seviyesindeki bir çocuğun duygularını ustaca işleyebilme başarısıyla da dikkat çekiyor.

Dört yaşındaki bir kız çocuğunun gözünden hayatı anlamaya, anlamlandırmaya, yorumlamaya çalışan “Kahramanım”; 1980’lerin küçük bir şehir köyünden yansıtılan duygu yüklü bir öykünün içine gizlenmiş onlarca farklı yaşamı, Bahar’ın duru anlatımıyla okurla buluşturuyor.

Çiğdem Tan, anı türünde kaleme aldığı Kahramanım isimli romanında, Tarabya’da yaşayan sıradan insanların anlamlı, duygu yüklü yaşamlarını işledi ve başarılı çalışmasıyla edebiyat dünyasına kendini hızla kabul ettirdi.

Bir çocuğun dilinden hayata ve topluma bambaşka bir pencere açan “Kahramanım”, uzun süren sağlık sorunlarının tedavilerinde psikolojik desteğin önemini vurgulamaya çabalarken ülkedeki sağlık sisteminin; sağlıklı çocuklarla sağlıksız çocukların aynı süzgeçten geçtiğini gösterirken de eğitim sisteminin eksikliklerini, bütün bu eksikliklerin/yanlışlıkların bireyin o anki ve gelecek yaşamına yansımalarını vurgulamayı amaçlıyor.

Yazar ayrıca bir çocuğun, zenginler ve fakirler, Ermeniler, Müslümanlar ve Museviler gibi birbirinden farklı yaşam tarzları sürdüren insanların bir arada bulunduğu Tarabya’da, 1980’li yıllarda gözlemlediği dünyaya dair anıları da ustaca kurguluyor… Yaza renk katan Kahramanım; ülkedeki sağlık ve eğitim sistemine getirdiği eleştirel bakış ve zengin içeriğini işlediği başarılı kurguyla da dikkatleri üzerine çekiyor.

Yazar, tıpkı Mehmet Rauf gibi, eserini “Son Üstadım” dediği, Türk edebiyatının köşe taşlarından Hâlid Ziya Uşaklıgil’e atfediyor.

Her sayfada yepyeni bir hikâye, bambaşka bir pencere… Zengin, yaratıcı, akıcı ve heyecan verici… 

 

 

 

 

 

 

ÇİĞDEM TAN İLE İLK ROMANI KAHRAMANIM'I KONUŞTUK...  
 

Çiğdem Hanım, sizi tanıyabilir miyiz?

Tabii… İstanbul doğumluyum. Anadolu Üniversitesi İşletme ve Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezunum. Kitap editörü olarak çalışıyorum, İstanbul’da yaşıyorum.

Kahramanım, ilk kitabınız değil mi?

Evet, yayımlanan ilk kitabım.

Öyküyü biraz anlatır mısınız? 

Kahramanım, “ben” dili ile anlatılmış, anı türünde kaleme alınmış edebi bir eser. Öykünün anlatıcısı Bahar isimli bir kız çocuğu. Bahar, şiddetli eklem ağrıları olan bir çocuk. Yoğun bir tanı ve tedavi süreci geçiriyor. O kadar küçük ki yaşadığı pek çok şeyi anlayamıyor ve hep kendince yorumluyor. Bu noktada tedavilerin psikolojik destek ile birlikte yürütülmesinin önemini vurgulamaktı hedefim.

Yine büyümeye başladığı yıllar içinde, eğitim alanında da pek çok sıkıntı yaşıyor çünkü kanunlar kronik hastalığı olan yahut uzun süre tedavi gören çocukları, sağlıklı çocuklarla aynı sınav süzgecinden geçiriyor ve onlara hiçbir imtiyaz tanımıyor. Bu noktada da eğitim sistemine eleştirel bir bakış açısı yansıttım.

Bahar küçük bir şehir köyü olan Tarabya’da yaşıyor. Tarabya, hem en zenginlerin hem de en fakirlerin bir arada yaşadığı bir yerdi seksenlerde. Yine birçok inançtan insanı bir arada barındırıyordu ki hâlen öyle. O birbirinden farklı kimliklerle Bahar’ın yolunu ara ara kesiştirdim, yine Bahar’ın bakış açısıyla onların yaşamını yorumladım.

Öyküde birden çok hikâye var yani…

Evet, postmodern romanın temel özelliklerindendir bu. Ana metnin etrafında, hem ona bağlı hem de kendi içinde bağımsız birçok alt öykü barındırır. Bunu denedim. Zamanı esnek kullanmam bana bu özgürlüğü tanıdı.

Yazarken neyi temel alıyorsunuz?

İnsan psikolojisini çok önemsiyorum. Duyguyu bol bol ve tüm gerçekliği ile aktarabilmek için ciddi bir mesai harcıyorum. Psikolojik betimleme dolayısıyla gerçeklik en dikkat ettiğim nokta.

Kahramanım için dramatik bir öykü diyebilir miyiz?

Kısmen evet fakat Bahar, küçük yaşına rağmen farkındalığı yüksek bir karakter. Soran, sorgulayan, anlamaya çalışan, mücadele eden… Onun güçlü yapısı ve diğer karakterlerin birbirinden değişik yaşam öyküleri, kitabın genelini eleme bulamamın önüne geçti.

Okurlardan geri dönüşler gelmeye başladı mı?

Henüz çok yeni, çiçeği burnunda bir kitap ama buna karşın güzel birçok yorum aldım.

En çok ne söylüyor, ne soruyorlar?

Bir çocuğun bakış açısını yansıtmakta ve ana dilini kullanmakta çok başarılı olduğumu söyleyen de oldu, hasta bir çocuğun ailesinin yaşadıklarını çok gerçekçi şekilde ifade ettiğimi söyleyen de… Bahar’ın yaşam hikâyesindeki finalden memnunlar. İçinde yer alan kısa öyküleri de çok beğeniyorlar. Özellikle Harutyan’ın yaşamından ayrı bir kitap olurdu, diyenler çok. Sorular ise genellikle kendi yaşam öyküm olup olmadığını anlamaya yönelik oluyor. Direkt sormaktansa çapraz sorularla gerçeği öğrenmeye çalışıyorlar. Kendi yaşam öyküm olsa hastalıklı geçmişimden utanıp anlatmayacakmışım gibi düşünüyor olmalılar. Bir de Yeşilçam yıldızlarından biri olarak bahsi geçen menekşe battaniyeli kadının kim olduğunu çok merak ediyorlar…

Peki kendi yaşam öykünüz mü?

Hayır, değil. Çocukluğumda ben de bir dönem sağlık sorunları yaşadım ama Bahar’ınki kadar travmatik bir süreç değildi. Yine ben de Tarabya’da doğup büyüdüm. Bildiğim sokaklardan, bildiğim hayat tarzlarından ipuçları almak, onları kurgularla güçlendirmek de elimi büyük ölçüde güçlendirdiyse de Bahar ben değilim. Bahar, dünyayı ve kendini tanımaya başladığı yıllarda hasta olduğu gerçeğiyle yüzleşmiş yüz binlerce çocuğun toplamı, kurgusal bir karakter.

Menekşe battaniyeli kadın?

Bilmem… Kim olduğunu düşünüyorsanız o kişi olsun çünkü o da kurgusal bir karakter.

Önsözünüzde yazdığınız göre, editörlüğünü de kendiniz yaptınız ve bunun için eleştirileceğiniz konusunda uyarı aldınız?

Evet, aynen öyle. Yazarlık ve editörlük çok başka işler. Bu ikisini de profesyonel anlamda yapmamış birinin, aralarındaki farkı asla tam olarak anlayamayacağını düşünüyorum. Yazar kitabın annesi, editör stil danışmanı gibidir. Anne hep korumak; stil danışmanı ise hep daha şık, daha sade, daha gösterişli, daha, daha, daha… İster. Yazar ve editör, uyumlu olmak zorundadır. Aynı duyguyu, aynı üslupla vermek zorundadırlar. Aksi taktirde metinde tutarsızlık veya farklılık oluşur.

Ben bu uyum sorunundan ve kafamın karıştırılmasından çok korktum. Bu nedenle Kahramanım’da ikinci bir dokunuş istemedim. Kahramanım, dört yaşındaki bir kız çocuğunun dilinden anlatılmaya başlanan, edebi bir kitap. Anadili dört yaş seviyesindeki birini, edebi bir kitapta ana anlatıcı olarak konuşturmak hiç kolay bir iş değil. Kelimelerin temel anlamını kullanmak zorundasınız, mecazdan mümkün mertebe kaçınmalısınız, duyguyu en çocuksu hâliyle vermek zorundasınız vesaire… Buna iki kişinin çalışması, metni iki kat zorlaştırmaya da dönüşebilirdi. 

Bir de zaten ben editörüm. Neden başka bir editörle çalışayım ki kendim de pekâlâ yapabilirim, dedim. Ancak, bir yazar olarak çıkıp “Editörlüğünü de ben yaptım,” demeniz, yayıncılıkta eleştiriliyor. Sezen Aksu, Tarkan, Teoman… Şarkılarının sözlerini kendileri yazdığında bu albümde mutlaka belirtiliyor. Ben 182 sayfalık metnin tüm biçim-içeriğini kendim hazırladım, kontrol ettim, düzenledim. Bunu neden belirtmeyeyim? Ki ayrıca bu gurur duyulacak bir şey. Basit bir detay değil. Eleştirilecek bir konu hiç değil.

“Yazar burada ne demek istemiş?” dediğiniz yerler oldu mu?

Olmaz olur mu? Kendimle günlerce kavga ettim, küstüm, konuşmadım, tıkandım, daraldım… Ama pes etmedim. “Bu kitabı sen yazdın, ben de toparlayacağım, hiç gıkını çıkarma!” dedim kendime. “Bak, buralara dokunma sakın, lütfen lütfen…” dediğim yerler de oldu, “Aman ne yaparsan yap, bıktım senden,” dediğim, “Ne değerli öykün varmış arkadaş, hiçbir yere elletmiyorsun…” dediğim zamanlar da… Neyse ki bu iç çatışmayı kendi içimde yönetebildim. Başkasıyla olsa yönetebilir miydim, emin değilim… İki kimliğimi de tatmin edebildiğim bir iş çıkabildi günün sonunda. 

Ve bir ödül aldınız…

Evet, Kahramanım’da yer alan o insan hikâyelerinden üçünü, beş sayfalık bir kısa öykü olarak derledim, “İnsan Güzeldir” ismini verdim. Harutyan, Abdi ve Rosemary’nin yaşam öyküleriydi İnsan Güzeldir’de anlatılan.

7. Fakir Baykurt öykü yarışmasında, 600’e yakın eser arasında üçüncü oldu güzel kahramanlarımın öyküsü. Romanın tamamı ile katılacağım çeşitli yarışmalar da var, oralardan da güzel sonuçlar çıkacağına inanıyorum.

Kitabı neden Hâlid Ziya Uşaklıgil’e atfettiniz?

Bir kitapta en sevdiğim yer atıf kısmı. O kısımda hiçbir kurgu olmadığını bilmek, yazarın kalbini görmek hep çok hoşuma gider. En beğendiğim atıf da Mehmet Rauf’a ait. Mehmet Rauf, Eylül’ü “İlk romanım, son üstadım Hâlid Ziya’ya” diyerek Hâlid Ziya Uşaklıgil’e atfeder. Bir gün bir kitap yazarsam, ben de aynı ifade ile aynı kişiye atfedecektim ilk eserimi. Çünkü Hâlid Ziya’nın Bir Ölünün Defteri isimli öyküsü ile okumaya vuruldum. Hâlid Ziya bana okumayı sevdiren yazardır. Yine döneminde, kimselerin cesaret edemediği şeyi yaparak romanla kadına kimlik kazandırmayı başarabilmiş; Türk romanına da dünyaya açılacağı kapıyı aralamıştır. Modern Türk romanının kurucu ismi ve Türk edebiyatının temel taşlarından biridir. Yolunda, izinde olduğumu bilsin istedim.

Edebi kariyerinizin bundan sonrasını nasıl planladınız?

En zor kısmı atlattım, iyi şeyler yazabildiğim konusunda kendimi ikna edebildim. Türk dili konusunda kendime bir şeyler katmaya, daha iyisi için çok çalışmaya devam ediyorum. Okuyorum, dinliyorum, biriktiriyorum, gözlemliyorum, vesaire…

Sanatın sizi kendine çeken, içinizi mutlulukla dolduran sihirli bir gücü var. O güce karşı durabilmeniz mümkün değil… İkinci kitabım zaten hazır, Kahramanım’ın pazarlama sürecini engellememesi adına biraz zamana ihtiyaç var. Üçüncü kitabımda kısa öykülerimi derleyeceğim, şu sıralar kısa öyküye merak sardım, birçok deneme yapıyorum. Dördüncü bir şiir kitabı olacak ki onun da hemen hemen yarısı tamam gibi… Sonrasında zaman ne gösterir bilinmez…

İçerik anlamında kendinizi nasıl besliyorsunuz?

İnsan öyküleri, yaşanmış gerçek hikâyeler dinliyorum. Sohbet etmeyi seviyorum ama sohbetin genellikle dinleme kısmında yer alıyorum. Sonra o yaşanmışlıkları kurgularla harmanlıyorum. Kafama takılan bir yerde mutlaka işi durdurup kendimi ikna edene dek araştırıyorum… Gibi.

Kendinize örnek aldığınız birileri var mı? En çok beğendiğiniz Türk yazarlar kimler?

Bu benim kendi edebi yolculuğum. Tabii ki bunaldığım, tıkandığım zamanlar oluyor ama öyle zamanlarda kendi kararlı hâlimi örnek alıyorum.

Beğendiğim edebiyatçılara gelirsek; Sabahattin Ali ve Hâlid Ziya Uşaklıgil’in yeri gönlümde ayrıysa da edebiyatımızda her biri birbirinden değerli pek çok isim var: Yaşar Kemal, Oğuz Atay, Orhan Veli, Refik Halit Karay, Oktay Rıfat, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik Abasıyanık.

Kitabınız için tekrar teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyoruz…

Ben teşekkür ediyorum.

 

 

 

 

Kitaptan Alıntılar

 

“Saçlarımı öptü, derin bir oh çekti, gözlerinin yaşını gizlemek için başını saçlarıma gömdü, dakikalarca öylece susup kaldık. Bir şeyler daha söylemek isterdi muhtemelen… Güzel şeyler… Ama onun da benim gibi boğazına oturan bir şeyler olduğunu anladım, sustuk, iç çektik. Yaşamımın en duygusal anıydı.”

“Hayattaki en büyük ihtiyacımız gerçeği bilmekti. Kendi gerçeğimizi bilmek, neler olup bittiğini anlayabilmek… Sonrasında da şüphesiz bir sevgi.”

“Yaşayanlar belki farkında değillerdi ancak evin her yeri hasta kokuyordu ve ben hayatımda en iyi o kokuyu tanıyordum.”

“Beş ay sonra bir hastane odasında uyandığında, yüzünün yarısının da romanının da yandığını öğrenmiş ve o dakika aklını yitirmiş.”

“Yazık ki o yaz duaya ihtiyacı olan sadece ben değildim. Küçük köyümüz Tarabya’dan o sene ardı ardına ülkenin en garip ölüm haberleri yayıldı.”

“Onursuz yaşamış olabilirdi de. Ancak kesin olan bir şey varsa, onurlu öldüğüydü.”

“Hayli ilerlemiş Türkçesi ile anneme şöyle demişti: “Yüz kere daha dünyaya gelsem yine kocamla evlenirdim!”

“Gözlüklerinin ardından seçilebilen ifadesiz gözlerinde yüz bin yılın yorgunluğunu taşıyan kentli insanların depresifliklerine 80’lerin Tarabya’sında yer yoktu.”

“Büyüdüğümde bir gün en az onun kadar âşık olmak, aşk için uzaklara gitmek istiyordum; tıpkı onun gibi. Sonra da bütün gördüklerimi bu küçücük koyda unutmak…”